Antik bir hikayede Hitit tanrılarından ana tanrıça Arinniti’ye  Şittili (bir insan)  hayat nedir, var mı bir amacı, niye yaşıyoruz ? diye sorar.  Arinniti heybesinden çıkardığı kocaman soğanı Şittili’ye verir ve yanıtın soğanın içinde olduğunu söyler. Soğanı üç gün boyunca katman katman açarak inceleyen Şittili Arinnitiye  öfkelenir.

 “Bu sadece bir soğan, içinde hiçbir şey yok  ne anlamı var ki” der ve ağlar.

 Arinniti “ben sana hayatın anlamını verdim istediğince, soyup kurcalaman için değil yemen içindi. Tadına öyle varacak, kıymetini anlayacaktın.

 Didikleyeceğine yaşarsan tatlanacak ömrün gibi” der (Adıyaman Pezikli köyü kırsalında  bulunan Hitit yazması, alıntı Prof.Dr. Sultan Tarlacı).

Sormadan yaşamak mümkün değil  oysa. Elbette neden, nasıl sorularını sorarız ve merak ederiz. Anlamak için sorarız, sevmek için sorarız, güvenmek için sorarız, hayatta kalmak için sorarız…

Sorduğumuz sorulara göre de yanıtlar alırız. Sokrates olsa “sorgulanmamış bir yaşam yaşanmaya değmez” derdi. 

Ben sorularda beni öze, en temel oluşa ya da nedene götürebileceği ihtimalini severim. Maksatım yüzeysel/magazinel bir kurcalama değil farklı öykülere, var oluşlara, perspektiflere, zihinsel pırıltılara yakınlaşmaktır. O pırıltının tozundan bile olsa pırıltı sahibi olmaktır. Böylece kendimin ve etrafımın yaşamını da daha da güzelleştirmek ihtimalidir. 

Sorulara verdiğiniz ya da bulduğunuz yanıtlar size değişme sorumluluğu da yükler. İşte böylece kendinizi yeniden inşa eder, yapılandırır, kurar, var edersiniz. Ki eskilerin “karakterli insan” dedikleri bu gibi daha iyi, doğru ve güzele evrilmeyi göze alabilen kişiler olsa gerek. 

Düşünür Hermann Hesse “kişiliği olanın kaderi vardır “ der.  Tabi insana pergelinin sağlam ayağı olacak değerlerin gerekliliğini ortadan kaldırmaz bu.

Bu değerler konusunda epey tartışma olmuş ve olmakta filozoflar arasında.

Bana kalırsa, hayat bomboş diyende, vur patlasın çal oynasın diyende tatminsizliğe, anlamsızlığa ve boşluğa düşmekten kurtulamıyor. Her ikisi uç yorum da  hayatın adeta “ilahi bir komedya” olduğunun farkında. Ya da ilk varoluşçu filozoflardan kabul edilen Soren Kierkegaard’ın saptamasıyla “"Kararsız bir tutum yani pasif bir şekilde ' seçmemek' hatalıdır.

Çünkü suyun üstünde kayan bir taş gibi yaşadığınız anlamına gelir. Sadece yeterince gezinir ve er ya da geç melankoli havuzuna dalarsınız". Melankoli Nükhet Duru’nun  “beni en güzel günümde sebepsiz bir keder alır…” diyen şarkısındaki gibi. Oysa daha ortadan bir yol  daha var.

Her iki uçtaki kayıtsızlığı, yalnızlığı ve belki görece minik bir kuvvete sahip olduğunun da bilincinde varmış bir orta yol bu.  Evet “ilahi bir komedya” var.

 Biz ona “oyun, eğlence” diyoruz.

 Nadiren sapmalara açık tutarlı kuralları olan bir oyun/sahne. Oyunu bil, rolünü samimiyetle oyna (oyun içinde oyun kurma) , soğanı ne göğe çıkar, ne de yerin dibine geçir, sadece gözlemle, araştır, öğren, katmanlarına ayır ve kederlenmeden  keyifle ve afiyetle  ye!

                "Sisifos’ u mutlu hayal etmek gerekir çünkü melankolik olmak kayanın kazanmasına izin vermektir". Albert Camus.