Yaşam gailesi hayatımız üzerinde düşünmeye fırsat vermiyor sanki değil mi?

Faturalar, bütçe planlama, alış-veriş, yemeğe ne pişireyim, çamaşır, ütü (halen yapanlar var, memuriyetin bitişiyle azaldı) ziyaretler, okul kayıtları, hastalık, doğumlar ve ölümler...

 Eğlence ? 

Tatil safhasına geçemeyenler için, eh televizyon var, dijital medya var, tiyatro var, Akarçay kenarında canlı müzik var, komşuluk çok şükür var. Yani günlerimiz dolu dolu geçiyor. Sürekli bir hareket var. Çok güzel. Canlılık budur. Sorun yok yani.

Hayır var. Sorun değil lakin sorum var.

 Günlük yaşam hep aynı görevleri yerine getirerek akıyor gidiyor.

Hep öyleydi. Döngü tekrarlandı daima.

İlk nefes ile son nefesi arasında insan hep aynı eskilerin kültür-fizik dediği şimdilerde, fitness, pilates, yoga gibi şeyler nasıl ısınma- hızlanma- soğuma çevriminde sürüyorsa hayatta öyle sürüyor. Ya da kompozisyonun giriş-gelişme-sonuç bölümü gibi yada doğdu, büyüdü, öldü gibi. Doğum ölüm arasında ne yaptı?

Yaşadı işte .

 Neler yaparak yaşadı: Fatura ödedi, bütçe planladı, alış-veriş, yemeğe ne pişireyim, çamaşır, ütü (halen yapanlar var, memuriyetin bitişiyle azaldı) ziyaretler, okul kayıtları, hastalık, doğumlar ve ölümler…

 Acar Baltaş, “ömür sofrasından karnım doymuş olarak kalkıyorum, böyle hissediyorum” diyor.

 Sofrada ne varsa onu yedim, kendi zevkime göre bir sofra kurabileceğimi hiç düşünmedim demeyen Stoacı filozoflar ve varoluşçu filozoflarda sormuşlar kendilerine.

Soru şöyleymiş: “Kendi hayat soframda neler olsun istiyorum?,

“kendi değerlerime, düşünce duygularıma uyumlu bir hayat sürüyor muyum?”.

Bu soru “kendini bilmek” le doğrudan ilgili. Ne için yaşıyorum?, 

 Neden bu değerleri benimsiyorum? Yaşadığım hayat bu değerlerle ne kadar uyumlu? ,

 “İyi, doğru ve güzel bir hayatı nasıl yaşayabilirim?.

 Yanıtlarınız size hem kim olduğunuzu söyler hem de daha iyi bir hayat için tarif verir. Yaşam gailesi, ekmek derdi izin vermiyor bunları düşünmeye, otomatik pilota bağladım yaşıyorum, sorgulamıyorum da diyebilirsiniz.

  Sokrates bunu duysa “sorgulanmamış bir hayat yaşanmamış bir hayattır “ derdi

. 

Hermann Hesse de ona katılarak “kişiliği olanın kaderi olur ancak” diye eklerdi.

Ben suyun içinde akıp giden bir yaprak gibi olduğumuzu bazen önümüze çıkan bir birikinti ya da ağaç dalına tutunarak dinlenebileceğimizi lakin her zaman sonunda akarsuyun içinde akacağımızı düşünürüm.

Planlarımın suyun debisini, halini belirleyen hava koşulları ve yeryüzü şekilleri ile uyumlanacağını aklımda tutmaya çalışırım. Su mutlaka akar zaman gibi.

 Uzaydan bakılınca su durur, içinden bakılınca akar. Her şey ona nereden baktığına göre görünüm ve renk değiştirebilir. Bunu bilmek bizi “tevilini Allah bilir” e getirir. Hiçbir şeyin iç yüzünü tamamen bilemeyiz.

Zahirinden haberdarız o da gözümüzün gücünce.  İşte bu yüzden üzerinde çalışabileceğimiz, kafa yorabileceğimiz ilk dersimizin kendimiz olduğunu düşünüyorum.

 

 

 Otomobil sürerken kendi önünüze akarsınız, diğer araçların direksiyonunda olmadığınızdan onların  gaz ve fren pedalları, nasıl bir ruh durumunda, çaba, amaç  ve kişilikte oldukları sizi ilgilendirmez, çünkü onlar kendi hayat rotalarında ilerlemektedirler ve buna hakları da vardır. İlgilenirseniz kaza yaparsınız.

 Size düşen kendi aracınızı kurallara uygun kullanmaktır. Kuralsız süren birini görünce ondan bir şekilde  uzaklaşmaktır. Ve tabi siz ne kadar dikkatli olsanız da kazalardan kaçılamayacağını kabul etmektir.

 Hiç kazasız bir hayat ütopyadır. Nispeten vicdanı rahat bir hayat ise mümkündür. 

Dışı mahşer olanın içinde sükun aranmaz lakin,  “dışı sükun ile zahir, derunu mahşer” olan yok mudur?