KAMUOYUNUN DIKKATINE KISKIRTICILARA DIKKAT... Mültecilerin ve Göçmenlerin Hedef Alinmasina Birlikte Dur Diyelim! Son dönemlerde, zulme ugradiklari için ülkelerinden göç etmek zorunda kalan mülteci ve göçmenlerle ilgili bilgi kirliliginin sosyal medyada yayilmasi, kendilerine her alanda rant saglamak isteyen bazi kisiler, gruplar ve siyasi partiler tarafindan saldirganlik boyutuna dönüstürülmüs durumdadir. Ülkemizin içinden geçtigi bu zor günlerin tek sorumlusu olarak bu topraklara siginmis mazlum ve magdur insanlar gösterilmektedir. Oysa bu topraklar, geçmiste de yüzbinlerce mülteci ve göçmen agirlamis ve bu süreçlerden hep güçlenerek çikmistir. 1400’lü yillarda Ispanya’daki Yahudilere kapilarini açan bu topraklar, yillarca farkli cografyalardan göç almaya devam etmistir. 1923’ten sonra Yunanistan’dan gelen 500 bini askin kisi Türkiye topraklarina iskân edilmisti. 1940 ve 1950’li yillardan itibaren Bulgaristan, Yugoslavya ve Romanya’dan gelen yaklasik 500 bine yakin göçmen ülkemizin degisik bölgelerine yerlestirildi. 1988’de Halepçe katliami sonrasinda yaklasik 51 bin, 1989’da Bulgaristan’daki baskilar nedeniyle 345 bin ve 1991’de Irak savasi sonrasi 467 bin göçmen yine Türkiye’ye siginmistir. Yine farkli zamanlarda Kafkaslar ve diger Balkan ülkelerinden insanlar gördükleri zulümlerden dolayi Anadolu insaninin sefkatine siginmislardir. Unutmayalim ki, tüm bu gerçekler, ülkemizin çok önemli bir tarihsel misyonuna isaret etmenin ötesinde, toplumsal dokusunu olusturan kökleri de hatirlatmaktadir. Geçmiste ülkemize yönelik her muhacir grubu, bu topraklara büyük bir insan potansiyeli kazandirmanin yani sira hosgörü ve misafirperverlik kültürünün yerlesmesinde önemli rol oynamistir. 2010’da Arap Bahari sonrasi 3,7 milyon Suriyeli mülteci, 600 bin Irak, Somali, Afganistan, Pakistan ve Iran gibi ülkelerden gelen göçmenler, güvenli bir liman olarak gördükleri Türkiye’ye siginmistir. Ayrica Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Rusya, Ingiltere, Almanya, Ukrayna gibi farkli ülke vatandasi is adamlari, ögrenciler ve turistler de ülkemizde yasamaya devam etmektedir. Göç, günümüz dünyasinin bir gerçegidir. Türkiye, Avrupa’ya göç etmeye çalisan göçmenlerin geçis güzergâhindadir. Ülkemiz, sinirlarinin güvenligini saglamak için yillardir büyük bir mücadele vermektedir. Koronavirüs pandemisinin basladigi günlerde göçmenlerin Avrupa kapisina nasil dayandigini hep birlikte gördük. Daha iyi bir yasam için göç yollarinda ölümü göze alan, denizlerde bogulan, sahile vuran, ölüme giden insanlarin, Aylan bebeklerin hikâyelerini hep birlikte izledik. Son günlerde mülteciler ve göçmenler, güvenlik sorunu olarak lanse edilmekte, çesitli bahanelerle hedef haline getirilmekte ve münferiden yapilan bir hata nefret söylemine dönüstürülmektedir. Oysa Türkiye’nin iç güvenligi ile ilgili iddialarin aksine Suriyeliler ve yabancilar tarafindan ülkemizde islenen suçlarin orani yüzde 0.59’luk oraniyla ülke ortalamasinin çok altindadir. Medyadaki yalan yanlis bilgi, video ve fotograflar üzerinden olusturulan nefret söylemleri sebebiyle, hiçbir suçla ilgisi olmayan yabanci misafirlerimize karsi irkçi saldirilar artarak devam etmektedir. Mülteci meselesi, ekonomik anlamda dünyada ve ülkemizde problemlerin yasandigi ve seçimlerin yaklastigi bu süreçte sorun haline getirilmis ve olumsuz kosullarin tüm suçlusu olarak ülkemize siginmis göçmenlerin gösterildigi bir yaklasim ortaya çikmistir. Kiskirtici söylem sahiplerinin sosyal medya araciligi ile yaymaya çalistigi yalanlarin aksine, burada bulunan yabancilar, ne issizligin ne de pahaliligin sebebini olusturmaktadirlar. Göçmenler, isverenlerin söylemlerine göre kimsenin tercih etmedigi sektörlerde ve zor çalisma sartlari altinda üretime önemli bir katki sunmaktadirlar. Gelen muhacirler nedeniyle Türkiye vatandaslarina yapilan sosyal yardimlar da azalmamis, aksine artis göstermistir. Göçmenlerin maddi yükünün önemli bir kismi da, Avrupa Birligi ve Birlesmis Milletler gibi uluslararasi kuruluslar tarafindan karsilanmaktadir. Diger yandan, Suriyelilerin sadece yardim alan kisilerden olustuklarini düsünmek eksik ve yanlis bir degerlendirmedir. Birçok Suriyeli ve Arap yatirimci, Türkiye’de açtiklari sirketler araciligiyla önemli miktarda yabanci sermayeyi Türkiye ekonomisine kazandirmaktadir. Ayrica bu süreçte, Türkiye’de doktorlarin ve saglik çalisanlarinin özverili çalismalariyla saglik hizmetlerinin kalitesi de artmistir. Yasanan bir takim sorunlarin çesitli mecralarda iddia edildigi kadar veya endise edilecek kadar büyük olmadigi ortadadir. Bazi provokatörlerin yaptigi saldirgan paylasimlar, bilinçli bir sekilde sanki tüm Suriyelilerin ve göçmenlerin ortak görüsüymüs gibi lanse edilmektedir. Oysa gerçegin böyle olmadigini sadece muhacirler degil, bunu irkçi saldirilari için malzeme yapan dar görüslü kisiler de bilmektedir. Göç ve mültecilerle ile ilgili uygulanan politikalar hakkinda kamuoyunun seffaf bir sekilde bilgilendirilmesi, göçmen ve mülteciler üzerinde bir tehdit unsuruna dönüsen keyfi yaklasimlarin terk edilmesi gerektigini savunuyoruz. Mültecilerin ve göçmenlerin Türkiye’ye uyum saglamalari için devletin ve sivil toplumun konuyu çok boyutlu olarak ele almasi gerekmektedir. Bu süreçte, yalan ve algilarla daha saglikli mücadele edebilmek için medya kuruluslari ve gazeteciler, mültecilerle ilgili yalan haber konusunda dikkatli olmali, olumlu çalismalara ve haberlere daha fazla yer vermelidir. Savas tamamen bitmeden bu insanlarin ülkelerine gönderilmesi bir çözüm degildir. Herkesi, irkçi ve ayrimci yaklasimlarla olusturulan “muhacir” karsiti söylemlerle mücadele etmeye davet ediyoruz. Ülkemize siginan Suriyeliler; çogunlukta Sam, Humus, Halep, Rakka, Deyrizor gibi Suriye rejiminin veya PYD’nin kontrol ettigi sehirlerden gelmistir. Gelen insanlar, iki ülke arasinda çikan bir savasta ülkesini savunmaktan kaçan insanlar degil, kendi ülkesi tarafindan hedef alinan sivillerdir Bu günkü sartlarda bu insanlarin kendi evlerine gönderilmesi, onlarin ölüme veya hapse gönderilmesi manasina gelmektedir. Savas ve savas sartlari maalesef devam etmektedir. Suriye’ye dönen insanlarin can ve mal güvenliginin saglanacagina dair sözler, yüzbinlerce insani öldüren veya hapseden Suriye rejimi tarafindan telaffuz edilse bile, uluslararasi hiçbir kurum veya devletin güvencesi ve garantörlügü söz konusu degildir. Siyasi gerekçelerle Suriyelileri geri göndermek ülkemizi sadece vicdanlarda degil, uluslararasi hukuk ve sözlesmeler karsisinda da zor durumda birakacaktir. Bu topraklarin misafirperver ve güvenli iklimine siginan her insan için buranin bir umut kaynagi olmaya devam etmesi gerekmektedir. Kardeslik hukuku da bunu gerektirmektedir. Zira insanlar ya dinde ya da beseriyette kardestirler. Tüm bu gerçekler bir yana, bizim zihnimizde “ensar” “muhacir” “siginmaci” “mazlum” “yolda kalmis” gibi kavramlarin ve olgularin temiz kalmasi için mücadele vermemiz gerekir. Bizler; magdur mülteci ve göçmenlerin haklarini korumaya ve toplumsal huzura katki saglamaya devam edecegiz. Ortak degerlerimiz, karsilikli saygi ve tolerans birlikte yasamanin sürdürülebilmesi için çok önemlidir. Toplumdaki gerilimi kontrol edilemez bir noktaya dogru götüren nefret söylemleri ve ayrimci dilin acilen sonlandirilmasi gerekmektedir. Buradan hem ülkemize hem de tüm dünyaya sesleniyoruz. Insan Haklari Evrensel Beyannamesi’ne göre, uluslararasi kanunlara göre, mültecilerin ve göçmenlerin daha insani bir yasam sürmesi için önlerindeki tüm engellerin ve ayrimci politikalarin kaldirilmasi gerekmektedir. Tüm ülkeler, kurumlar ve kisiler, mültecilik ve göçmen meselesinin adil bir sekilde çözülmesi için din, dil, irk ayrimi yapmadan ortak hareket etmek ve sorumluluk almak zorundadir. Irkçilik, hiçbir zaman bu ülkede maya tutan bir anlayis olmamistir ve bundan sonra da olmayacaktir. Son günlerde göçmen karsitligi ile adi ön plana çikan Ümit Özdag’in da birkaç kusak öncesi bu topraklara gelen muhacir bir nesle mensup oldugunun unutulmamasi gerekir. Yabanci düsmanligi ve irkçilik karsisinda insani bir durus sergileyen yetkili isimler, ülkeyi kaosa sürüklemek isteyen odaklara dikkat çekmistir. Bu tavri sivil toplum olarak önemsemekteyiz. Zira ensar ruhunun hakim oldugu bu topraklarda olusturulan sûni krizin, son dönemde gerek bölgesel, gerekse de küresel düzeyde mazlum halklardan yana üstlendigi rol ve kazandigi etkin konum nedeniyle Türkiye’nin cezalandirilmasi çabasi oldugu asikardir. Hedef, Türkiye’nin istikrarsizlastirilmasi, içine kapatilmasi, baski ve isgallere açik hale getirilmesidir. Mültecilik konusu insani bir olgudur. Bu konu siyasi malzeme yapilmayacak kadar hassas bir meseledir. Siyaset, bürokrasi, sivil toplum ve medya basta olmak üzere toplumun tüm kesimlerini; irkçi yaklasimlardan uzak durmaya, mültecilerin hayatlarini ve onurlarini koruma noktasinda duyarli olmaya çagiriyoruz Ahmet ERTÜRK AFYON IHH DERNEK BASKANI Afyon HABERI
Yorumlar
Yorum Yap