Gözden kaçırmayın

Gurbetin Başkenti Emirdağ’a Sri Lankalı Turistlerden Ziyaret Video HaberGurbetin Başkenti Emirdağ’a Sri Lankalı Turistlerden Ziyaret Video Haber

Arastirmaci Yazar Ahmet Semih Tulay, Beldemiz Dergisinin konugu oldu. Afyonkarahisar’in kültürel yasamina dair yaptigimiz söyleside ilimizin yazili halk kültürü, sanat ve edebiyatina dair her sey konusuldu.     Afyonkarahisar adini duydugunda aklina sadece lokum, sucuk, mermer gelmedigini söyleyen Arastirmaci Yazar Ahmet Semih Tulay, “ Afyonkarahisar’i ben yüksek kültürü ile aniyorum. Bu topraklar kültürlerin, uygarliklarin harman oldugu yerlerdir. Afyonkarahisar kültürün baskentidir. Afyonkarahisar Kültür Sözlügü‘ne söyle bir göz atan kisi bu topraklarin ne denli yüksek bir kültüre sahip oldugunu kolayca anlayabilir. Özetle Afyonkarahisar denince bana zengin sözlü ve yazili halk kültürü, sanat ve edebiyat geliyor “diye konustu. Öncelikle sizi yakindan tanimak istiyoruz. Ahmet Semih Tulay kimdir? Ahmet Semih Tulay 11 Kasim 1952 tarihinde Van-Ercis’te dogdu. Ilk, orta ve lise ögrenimini Manisa ve Denizli’de tamamladi. Istanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden mezun olan Ahmet Semih Tulay; Kütahya, Diyarbakir, Aydin ve Izmir gibi birçok sehirde müze uzmanligi, müdür yardimciligi ve müze müdürü görevlerinde bulundu. 2004 yili sonunda kendi istegiyle emekli olduktan sonra, kuruculugunu ve düzenlemesini yaptigi Mugla Marmaris Halici Ahmet Urkay Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nde görev aldi. Esinin Afyonkarahisarli olmasi dolayisiyla 2008 yilinda ilimize yerlesen Ahmet Semih Tulay’in, çesitli dergilerde çok sayida bilimsel makale, tanitim yazisi ile ulusal ve yerel gazetelerde müzecilik konusunda köse yazilari bulunmaktadir. Birçok kitabi bulunan Ahmet Semih Tulay, Afyonkarahisar Belediyesi Kültür Yayinlarina 2 ciltlik Ilkçaglardan Günümüze Çoban Kültürü ve Afyonkarahisar Kültür Sözlügü kitaplarini kazandirdi. Birçok sehirde müze uzmanligi ve müze müdürü gibi görevleri üstlendiniz. Kuruculugunu yaptiginiz bir müzede bulunuyor. Bu nasil bir duygu anlatabilir misiniz? -Müzecilik gerçekten bir sevdadir. Eser deposundaki tozu yutan, binlerce yillik eserlere dokunan bu sevdadan vazgeçemez. Size gelecek kusaklara iletilmek üzere emanet edilen binlerce yillik eserlere sahip çikmak, korumak onlari dogru biçimde insanlarin begenisine sunmak çok zevkli çok güzel bir duygudur. Zamanla eserleri birer canli gibi, ailenizin bir ferdi gibi görmeye baslarsiniz. Efes Müzesi’nde iken bir arkadasim vardi. Nöbetçi oldugu günlerde aksamlari müzeyi kapatirken Efes Artemis heykelinin önünden geçerken “Iyi aksamlar anacigim.” demeyi huy edinmisti. Gerçekten kimi zaman müzenizdeki kimi eserlerle duygusal bir bag olusur. Hani evinizde çok sevdiginiz ve deger verdiginiz bir esyaniz gibi. Unutamayacaginiz bir arkeolojik kaziya tanik oldunuz mu? Sizin de böyle bir duygusal bir bag yasadiginiz durum oldu mu? -Çok sayida yerli ve yabanci ekiplerin kazilarinda hükümetimizi temsilen Bakanlik Temsilcisi olarak görev aldim. O kazilarda genellikle çok güzel anilarimiz oldu. Bir de çalistigim müzelerin kurtarma kazilarina baskanlik yaptim. Benim yapmis oldugum bir arkeolojik kurtarma kazisinda yasadiklarimin beni gerçekten çok etkiledi. 1990 yilinda Afrodisias Müzesi Müdürü iken bir kurtarma kazisinda birçok lahit yaninda bir de oda mezar bulduk. Bir aileye aitti. Genellikle biz mezar kazilarindaki buluntulari müzeye tasirdik. Kemikleri depoya kaldiracagimiz günlerde bir gece rüyamda genç bir kiz gördüm. Çukurun basinda öylesine bize bakiyordu. Iki örüklü uzun sari saçli masum bir kizdi. Sanki “Beni rahatsiz etmeyin.” der gibiydi. Ertesi sabah asagi yukari kazi tamamlandigi içinde çukurlari kapatmamiz gerekiyordu. Tüm kemikleri oldugu yerde birakip müze bahçesinden toplattigim gül buketini çukura koyup, çukuru kapattirdim. Ondan sonra da hiçbir kazida kemikleri müzeye tasitmayip oldugu yerde biraktim. Arkeologun kazida bir günü nasil geçiyor? Ne gibi zorluklarla karsilasiliyor? -Arkeolojik kazilarin zevki yanlari oldugu kadar zorluklari da vardir. Genellikle kazilar yaz sezonunda yapilir. Bu nedenle en büyük sikinti günes ve sicaktir. Kimi zaman 40-50 derecenin altinda açma dedigimiz kazi çukurlarinda çalismaniz gerekir. Günlük çalismanin basladigi sabah 06.00’da ayakta olmaniz zorunludur. Kimi yerlerde bu 05.00’e degin iner. Kahvaltidan sonra çalisma baslar. Kazi alanindaki çalismada 2 saat sonra bir çay molasi verilir. Ardindan devam edilir. Ögle yemeginden sonra bir çay molali dönem ve günlük çalisma aksam 14.00’da ya da konuma göre 16.00’da biter. Sonra dus dinlenme çay molasi vardir. Toplu olarak yenen ve o günkü çalismalarin degerlendirilmesinin yapildigi aksam yemeginden sonra eger hafta sonu degilse herkes konusu ile ilgili çalismalar yapar. Tabi hemen sonra erkenden uyku saati vardir. Kimi mahrumiyet bölgelerinde dus yapacak su ya da uzun süreli elektrik olmayabilir. Sivrisinek, akrep, yilan gibi haserelere karsi tedbirli olmaniz lazimdir. Evinizdeki gibi yumusak yatak da bulamazsiniz. Size özel bir odaniz da olmayabilir. Yani kazilarda rahat ve konforlu bir yasami aramamak gerekir. Kimi uzun süren kazilarda kazi sonlarina dogru sinirler gerilir ve ufak tefek seyler yüzünden kavgalarda çikabilir. Uzun süren ve kalabalik kazilar saglam dostluklarin hatta evliliklerin dogdugu yerlerdir. Tüm zorluklarina karsin kazilar gerçekten çok zevklidir. Bir arkeolojik kazidaki yasami 2017 yilinda yayinlanan “Höyük” adli kitabimda roman tarzinda ayrintili olarak anlattim. Kendinizi nasil bir arkeolog olarak tanimlarsiniz? -Ben çok sansli bir dönemde arkeoloji ögrenimi gördüm. Bizim dönemimizde dünya çapinda ün yapmis hocalar vardi. Ord. Prof. Arif Müfid Mansel, hepsi Profesör olan Jale Inan, Askidil Akarca, Somay Onurkan, Halet Çambel, Refik Duru, Bahadir Alkim, Muhibbe Darga, Zafer Tasliklioglu, Sabahat Atlan, Nezahat Baydur. Her zaman bu hocalarin ögrencisi olmakla övündüm. Tüm yasamim boyunca onlara layik bir ögrenci olmaya çalistim. Bir de büyük Türk Müzecisi Osman Hamdi Bey’in izinde yürümeye çalistim. Bildiklerimi paylasmayi, ülkemin eserlerine sahip çikmaya çalistim. Kaçakçilikla mücadele ettim. Bu nedenle sürgünlere, haksizliklara ugradim. Ama vazgeçmedim. Halen bu çabam devam ediyor. Peki, arkeolog meslegini tercih etmek isteyenlere baslica önerileriniz neler? Arkeolog olacaklari çalisma hayatinda neler bekliyor, kendilerini nasil yetistirmeliler? -Birincisi gerçekten bu meslegi seviyorlarsa ve istiyorlarsa bu meslegi seçsinler. Yoksa rastgele bu meslek seçilirse is bulmakta zorlanabilirler. Çünkü arkeologlarin çalisabilecekleri is sahalari kisitlidir. Birçok arkeoloji mezununun baska mesleklere yöneldigini biliyorum. -Sehrimiz birçok medeniyete ev sahipligi yapti. Sizce ilimizde arkeolojiye gereken önem veriliyor mu? Yani bu tarihi eserleri ilimizde degerlendirebiliyor muyuz? -Bu sorunuza ne yazik ki evet diyemeyecegim. Bu denli zengin degerlere sahip ilimizde düzgün bir müze binamiz yok. Neredeyse 10 yildir insaati bir türlü tamamlanamayan bir müze binamiz var. Dünyanin hiç bir yerinde olmayan “Frig Vadisi”nden çogu Afyonlu’nun bile yoktur. Çünkü düzgün tanitimi yapilamiyor. Bu amaçla olusturulan kimi kuruluslarin çok etkili olduklari söylenemez. Hâlâ sahip oldugumuz degerlerinizi kendi sehrinizdeki insanlara bile tanitamamisiz. Oysa burasi sürekli turist çekecek yerlerdir. Tüm dünyanin tanidigi antik çagin ve dünyanin ilk hayvan masallari yazari hemserimiz Ezop’u kaçimiz biliyoruz? Bu arada Kütahyalilarin Ezop’a sahip çiktiklarini söylemem gerekir. Daha bunun gibi birçok degerin farkinda degiliz. Bu degerler bir baska yerde olsa turist akinina ugrar. Edebiyata merakinizin lise yillarinda basladigini biliyorum. Neden üniversite ögrenimini edebiyat üzerine degil de arkeoloji üzerine okudunuz? -Arkeoloji benim çocukluk askimdi. Ben daha ilkokul besinci sinifta arkeolog olmayi kafama koymustum. Lise yillarimda Ilyada ve Odisseia’yi ve tüm dünya klasiklerini okumustum. Lise yillarinda edebiyat ve kompozisyonda basarili idim. Son sinifta yazdigim skeçlerim oynandi. Ayni zamanda resmim de çok iyiydi. Hatta resim ögretmenin benim Güzel Sanatlar Akademisi’ne (simdiki Mimar Sinan Üniversitesi’ne) girmemi çok istedi. Son zamanlarda arkeolojik roman yazmaya yöneldim. Miletoslu Aspasia, Nannakosun Göz Yaslari, Höyük gibi çalismalarim oldu. Ama ben edebiyatçi oldugumu iddia edemem. Ben sadece bildiklerimi sunmaya çalisiyorum. Edebiyat, edebiyatçi olmak bambaska bir konudur. -Yazdiginiz eserlerin bir emek ve arastirma gerektirdigini düsünüyorum. Bu kapsamda yazma ritüelinizden bahsedecek olursak; Hangi ortamda, hangi materyallerle, nasil bir ruh halindeyken yazmayi tercih ediyorsunuz? -Eger yazdigim kitap ya da makale bilimsel nitelikte ise kendi kitapligimdan, müze ve üniversitelerin ihtisas kitapliklarindan yararlaniyorum. Bütün dayanagim yazili dokümanlardir. Internetten pek fazla faydalanmiyorum. Çünkü çok güvenilir degil. Roman ve öykü gibi çalismalarim da arkeoloji konulu oldugu için yine kaynaklardan yararlaniyorum. Önce notlar alip sonra bunlari yaziya döküyorum. Siklikla kontrol ederek son biçimini veririm. Genellikle romanlarda yazma saati olmuyor. Yolda yürürken, TV izlerken aklima gelen bir seyi not ederim. Kimi zaman bu gece yarisi 03.00 ve 05.00’de oluyor. Romanlarda o dönemi yasamaya çalisirim. Kimi zaman roman kahramaninin yerine kendimi koyarim. Örnegin, “Nannakos’un Gözyaslari” kitabimdaki romanin kahramani olan yontucuyu uzun süre kendimle özlestirdim. Bu öteki kitaplarimda da oldu. Bu nedenle kimi okuyucularim siklikla yazdiklarimi gerçekten benim yasayip yasamadigimi sorgularlar. Afyonkarahisar Belediyesi kültür yayinlari arasina katilan kitaplarinizin basilmasi için nasil basvuru yolu izlediniz? -Dogrusu birilerinin yardimini almadim. Her iki çalismami çikti olarak dogrudan Belediyemiz Kültür ve Sosyal Isleri Müdürü Sayin Emel Sarlik Hanim’a ve Belediye Baskanimiz Sayin Burhanettin Çoban’a sundum. Bu konuda onlarin büyük destek ve yardimlarini gördüm, hiçbir zorlukla karsilasmadim. Her zaman dedigimi burada yinelemek isterim. Afyonkarahisar Belediyesi kültürel yayinlar konusunda çogu il belediyesini geride birakmistir. Bu konuda yetismis çok iyi bir ekibin olduguna tanigim. YÜNTAS Genel Müdürü Sayin Mehmet Sarlik ve Grafikçi Ramazan Gölcük konularinda gerçekten uzman kisiler. Onlara ve öteki ekip arkadaslarina buradan bir kez daha tesekkür ediyorum. Kitaplarinizi ne kadar sürede yaziyorsunuz? Örnek vermek gerekirse son kitabiniz Afyonkarahisar Kültür Sözlügü ’nün ortaya çikmasi ne kadar zaman aldi? -Romanlar ortalama 2-2,5 yilimi aliyor. Çoban Kültürü Sözlügü ile Atasözü ve Deyimler yaklasik 7 yilimi aldi. Afyonkarahisar Sözlügü günde ortalama 16 saat çalismayla 2,5 yilimi aldi. Kimi zaman kaynaklar arasinda dogru bilgiyi bulup çikarmak, en saglam kaynagi seçmek zor oldugu gibi zaman aliyor. Her zaman verilen bilginin dogru olmasi gerektigini, bunun bir vebali oldugunu düsünüyorum. Bu nedenle ince eleyip sik dokumak gerektigi kanisindayim. Geçtigimiz Eylül ayinda Afyonkarahisar Kültür Sözlügü kitabiniz çikti. Tanitim programinda olsun, daha sonra kitabi temin etmek için gelen kisiler olsun yogun bir ilgi var bu kitaba. Daha önce Çoban Kültürü Sözlügü kitabinizda da ayni ilgi vardi. Peki, su anda devam eden yeni bir kitap projeniz var mi? Su anda tamamlamis oldugum ve basim asamasinda bir arkeolojik romanim var. Frigleri ve ana tanriça Kybele heykelinin Pessinus’tan (Sivrihisar-Ballihisar köyü) MÖ 2.yüzyilda Roma’ya götürülüsünü konu aliyor. Yine biri arkeolog, öteki turizmci-rehber ve üniversiteden emekli ögretim üyesi arkadasimla Frigler ve Frigya ile ilgili kapsamli bir kitap çalismasinin planlama asamasindayiz.  -Ilkçaglardan Günümüze Çoban Kültürü kitabiniz iki ciltten olusan bir eser. Tez çalismalari içinde birçok kisinin tarafimiza basvurup, kitabi temin etmek istediklerini biliyorum. Bu iki ciltten olusan eserde neler yer aliyor? Çoban kültürü çalismam çok kapsamli. Çobanlikla ilgili akliniza gelen her sey var. Çobanlik yapan peygamberler, krallar, ünlüler, mitolojik kisilerin yaninda çobanlikla ilgili sözcükler, terimler yer aliyor. Ikinci ciltte ise çobanlikla ilgili atasözleri deyimler yer aliyor. Tüm bu bilgiler sadece Anadolu ile sinirli olmayip, Türk Devletleri, Balkanlari, Orta-Asya’yi kimi yerlerde dünyanin öteki ülkelerini de kapsiyor. -Afyonkarahisar Ansiklopedisi için bir çalisma yapmayi düsünüyor musunuz?  -Hayir, çünkü bu bir ekip isi olmali. Arkeoloji, mitoloji benim konum ama tarih, edebiyat, cografya, mimari, sanat vs gibi konulari uzmanlari yazmali diye düsünüyorum.Geçmisten günümüze ilimizde birçok bilgin, sanatçi, ozan, tarihçi ve edebiyatçi yetismistir. Bunlardan hangileri sizi daha çok etkilemistir? Milli mücadele kahramanlari, ulema ve evliyalar bir yana yazdiklarindan yasamlarindan etkilendigim kisilerin basinda Mevlevî, Âlim Aba Pus Bali Çelebi geliyor. Veba hastaligina yakalanarak kaybettigi küçük oglundan sonra ayni hastaliga yakalanan büyük oglu Mehmet Semai’nin (Sultan Dîvânî) iyilesmesi ve kendine bagislamasi için Allah’a yakarisi beni çok etkilemistir. Ya Rab; harem-i hazret-geh-i rahi bagisla, Ya derd ile bir-ah-i seher-gahi bagisla, Aldin dil-i gümrahimi koydun beni bi-dil Bari yerine bir-dil-i agâhi bagisla. Ayrica Ezop, Halikarnas Balikçisi, Harabi, Adanali Ziya unutulmaz insanlardir. Adanali Ziya’nin su dörtlügü ne kadar anlamlidir. Sair var ki okudugu siirler, Perdesiz, nagmesiz ahenge benzer. Türk iken yabanci Türkçeye bile, Tatli su mahsulü frenge benzer. -Çok sevdiginiz ve kitaplarinizda yer verdiginiz “Biliyorsun o halde niçin ögretmiyorsun?” diye bir Sümer atasözü var. Bunu benimsediginizi ve kendinize baslangiç noktasi olarak belirlediginizi görüyoruz. Bu söz sizin için ne anlam ifade ediyor? Nasil ortaya çikti? Neden bu sözü benimsediniz? Sümerler çok büyük ve yüksek bir uygarliktir. Onlarla kökenlerimizle ilgili kimi baglarin oldugu bilimsel çalismalarla ortaya konmaktadir. Kutsal kitaplarda adi geçen ve arkeolojik kazilarla gerçek oldugu saptanan “Nuh Tufan”indan ilk söz edenler Sümerlerdir. Sümerlerin çok güzel atasözleri vardir. Bunlarin içinde en çok sevdigim “Biliyorsun, o halde niçin ögretmiyorsun?’’ dur. Bana çok anlamli gelen bu sözün farkina “Eski Eser Yagmasi” adli kitabimi hazirlarken vardim. Hani Hz. Ali’nin “Bana bir harf ögretenin 40 yil kölesi olurum.” sözüyle sanki özdeslesmis gibiydi. Saklanan paylasilmayan bilginin hiç bir anlami yoktur. Ben de bildiklerimi yazarak paylasmaya çalisiyorum. Bildiklerimi paylastigim kitaplarimi okuyanlar günümüzden 5 bin yil önce insanlarin neler yiyip içtiklerini, neler giydiklerini sosyal yasamlarini ögreniyorlar. Geçmisi bilmeliyiz ki gelecege güvenle bakalim. Küçük bir örnek vereyim. Bugün hali ve kilim motiflerimizin 3000 yil önce bu topraklari yurt edinen Friglerin hali kilim motifleri ile tipatip ayni olduklarini kaç kisi biliyor. Bizler bunu yazip çizmesek kimse bilemez. Bir arkeolog, bir müzeci sahip oldugu bilgileri herkesle paylasmalidir diye düsünüyorum. Iste bu Sümer atasözü benim rehberim oldu. Bildiklerimi çekinmeden, kiskanmadan saklamadan paylasmaya çalisiyorum. -Afyonkarahisar Kültür Sözlügü kitabinda “Insanlarin ekmegini yiyip suyunu içtikleri topraklara borcu oldugunu, bunu bir biçimde ödemeleri gerektigini düsünüyorum.” sözü beni çok etkiledi. Çünkü Afyonkarahisar’da dogmamis olmaniza ragmen ilimize ayri bir sevginiz var. Bu sevginin, bagliligin sebebi nedir? -Afyonkarahisar’a özel bir sevgim var. Belki bunda sevgili esimin Afyonkarahisarli olmasinin da büyük payi var. Ben gerçekten bu kenti, insanlarini, dogasini seviyorum. Bu sevgi eskiden beri hep vardi. Çok uzaklarda Afyon Kalesi’ni gördügümde her zaman içimde bir sevinç duymusumdur. Bu sevgi olmasaydi da yine Afyonkarahisar ile ilgili yayinlar üretirdim. Çünkü ben her seyden önce bir arkeologum. Bu meslek evrensel bir meslektir. Bizlerin düsünceleri amaçlari dünyanin baska yerlerdeki meslektaslarimizla aynidir. Bir insanin memleketi illa dogdugu kent degildir. Yasadigi kentli oldugunu düsünüyorsa oralidir. Tüm bunlarin yaninda bir de insanlarin yasadiklari, ekmegini yedigi, suyunu içtigi yerlere bir borcu olmali diye düsünüyorum. Herkesin yasadigi kentin daha güzel, daha uygar olmasi için fikirlerini söylemesi, elinden gelen her seyi yapmasi, katkida bulunmasi gerekir düsüncesindeyim. -Son olarak Afyonkarahisar size neyi çagristiriyor?  -Samimi olarak söylüyorum. Ben hiçbir zaman Afyonkarahisar adini duydugumda aklima lokum, sucuk, mermer gelmiyor. Böyle düsünmek istemiyorum. Afyonkarahisar’i ben yüksek kültürü ile aniyorum. Bu topraklar kültürlerin, uygarliklarin harman oldugu yerlerdir. Afyonkarahisar kültürün baskentidir. Afyonkarahisar Kültür Sözlügü‘ne söyle bir göz atan kisi bu topraklarin ne denli yüksek bir kültüre sahip oldugunu kolayca anlayabilir. Özetle Afyonkarahisar denince bana zengin sözlü ve yazili halk kültürü, sanat ve edebiyat geliyor. – Röportaj teklimizi kabul ettiginiz için tesekkür ederiz. Afyonkarahisar’in kültürüne ve sanatina katkida bulunacak insanlara ihtiyacimiz var. Bu kapsamda ilimize yaptiginiz katkilari biliyor ve sahit oluyoruz.